Allah rızası için herşeyini bırakıp Medine’ye hicret etmiş bulunan Muhacir Müslümanlara, Medineli Müslümanlar muhabbet ve samimiyetle kucaklarını açmışlardı. Ellerinden gelen her türlü yardımı onlardan esirgememişlerdi, esirgemiyorlardı. Ne var ki, Muhacirler Medine’nin havasına, âdetlerine ve çalışma şartlarına alışkın değillerdi. Mekke’den gelirken de beraberlerinde hiç bir şey getirmemişlerdi. Bu sebeple, Medine’nin çalışma şartlarına ve kendilerine her türlü yardımda bulunduklarından dolayı Ensar adını alan Medineli Müslümanlara ısındırılmaları gerekiyordu. Nitekim, Medine’ye hicretten 5 ay sonra Resûl-i Ekrem, Ensar ile Muhaciri bir araya topladı. Kırk beşi Muhacirlerden kırk beşi de Ensardan olmak üzere 90 Müslümanı kardeş yaptı.Peygamber Efendimizin kurduğu bu kardeşlik müessesesi, maddî mânevi yardımlaşma ve birbirlerine vâris olma esasına dayanıyor, bu suretle Muhacirlerin yurtlarından ayrılmalarından dolayı duydukları keder ve üzüntüyü giderme, onları Medinelilere ısındırma, onlara güç ve destek kazandırma gayesini güdüyordu. (404) Kurulan bu kardeşlik müessesesine göre, Medineli âilelerden herbirinin reisi, Mekkeli Müslümanlardan bir âileyi yanına alacaktı. Mallarını onlarla paylaşacaklar, beraber çalışıp beraber kazanacaklârdı. Resûlullah Efendimiz, rasgele iki Müslümanı bir araya getirmemişti. Bilâkis, bir araya getireceklerinin durumlarını inceden inceye tetkik ederek, uygun bulduklarını birbirine kardeş yapmıştı. Meselâ, Selman-ı Farisî ile Ebu’d-Derdâ, Ammar ile Huzeyfe, Mus’ab ile Ebû Eyyub Hazretleri arasında mizaç, zevk, hissiyât itibarıyla tam bir ahenk vardı. (405) Bu kardeşlik sayesinde, Allah ve Resulünün muhabbetinden başka herşeylerini geride bırakmış bulunan Muhacirlerin iâşe ve iskân meseleleri de hal yoluna girmiş oluyordu. Ensardan herbiri, Muhacirlerden birini evinde barındırıyor, beraber çalışıyor, beraber yiyorlardı. Bu, neseb kardeşliğini fersah fersah geride bırakacak bir kardeşlikti, îmân ve din kardeşliği idi. Medineli Müslümanlar, yâni Ensar, herşeylerini bu garip, bu kederli, bu yurtlarından uzak bulunmanın hüznünü duyan Müslüman kardeşleriyle paylaşıyorlardı. Medineli biri vefât edince, Muhacir kardeşi akrabalarıyla birlikte ona vâris oluyordu. (406) Yine, kurulan bu kardeşlik sayesinde büyük bir içtimâi yardımlaşma da temin edilmiş oldu. Muhacir Müslümanlar, sıkıntıdan kurtuldu. Medineli herbir Müslüman kardeş olduğu Mekkeli Müslümana malının yarısını veriyordu. Muhacir kardeşlerine karşı misafirliğin, cömertliğin, kadirşinaslığın, insanlığın en yüce derecesini göstermekten zevk alıyorlardı.Medineli Müslümanlar, bunlarla da kalmadılar. Resûlullahın huzuruna çıkarak fedakârlıklarını gösteren şu teklifte bulundular: “Yâ Resûlallah! Hurmalıklarımızı da, Muhacir kardeşlerimizle aramızda bölüştür!” Ancak, Muhacirler o âna kadar ziraatle meşgul olmamışlardı. Zirâat işlerini pek bilmiyorlardı. Bunun için Peygamberimiz, Muhacirler namına Ensarın bu teklifini kabul etmedi.Fakat, Medineli Müslümanlar buna da bir çare buldular. Zirâattan anlamayan Muhacir Müslümanlar, sadece tımar ve sulama işlerini yapacaklar, onlar da ekip biçeceklerdi. Sonunda çıkan mahsul ortadan pay edilecekti. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu teklife razı oldu. (407) Tarih, bir çok göçlere şahid olmuştur. Ama, böylesine mânâlı, böylesine ulvî bir hicreti, dışardan gelenle yerlileri arasında böylesine birbirlerine canı gönülden sarılma, birbirleriyle muhabbetle kaynaşma, birbirleriyle samimiyetle kucaklaşmayı o ana kadar görmüş değildi. Bir daha da göremeyecektir. Bu samimi kaynaşmadan muazzam bir kuvvet doğuyordu. Öylesine bir kuvvet ki, kısa zamanda bütün Arabistan herşeyiyle onlara boyun eğmek mecburiyetinde kalacaktı. Muhacirler, “Ensar kardeşlerimiz bize mal mülk verdi, iâşemizi temin etti” diyerek boş oturmuyorlardı. Bu, îmânlarından gelen gayrete zıttı. Herbiri elinden gelen gayreti göstererek, mümkün oldukça kimseye yük olmamaya çalışıyordu. Bunun en canlı örneği, Sa’d bin Rebi’nin yaptığı teklife Cennetle müjdelenen 10 Sahabîden biri olan Abdurrahman bin Avf’ın verdiği cevaptır. Resûl-i Ekrem tarafından birbirlerine kardeş tayin edilen Sa’d bin Rebi, Abdurrahman bin Avf’a, “Ben, mal cihetiyle Medineli Müslümanların en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım” demişti. Büyük Sahabî Abdurrahman bin Avf’ın verdiği cevap yapılan teklif kadar ibretliydi:”Allah sana malını, hayırlı kılsın. Benim onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın en büyük iyilik, içinde alış veriş yaptığımız çarşının yolunu göstermendir.” (408) Ertesi sabah, Kaynuka çarşısına götürülen Hz. Abdurrahman bin Avf yağ, peynir gibi şeyler alıp satarak ticarete başladı. Resûl-i Ekremin, malının çoğalması ile bereketlenmesi hususundaki duâsına da mazhar olduğundan çok geçmeden epeyce bir kazanç elde etti ve kısa zamanda Medine’nin sayılı tüccarları arasında yer aldı. Şöyle derdi: “Taşa uzansam, altında ya altın, ya da gümüşe rastladığımı görürüm!” (409) Resûl-i Ekrem Efendimizin duâsı bereketiyle fazlaca servet elde eden Hz. Abdurrahman bin Avf, sadece bir defasında 700 deveyi yükleriyle beraber “Fîsebilillah” tasadduk etmişti. Hz. Abdurrahman gibi bir çok Mekkeli Müslüman, Medine’de kendilerine göre birer iş bulmuş ve kendi ellerinin emeğiyle saâdet içinde geçinmeye başlamışlardı. Mekkeli Müslümanların, Medineli Müslümanlara yük olmayıp, alınlarının teriyle rızıklarını temin ettiklerini Hz. Ebû Hüreyre’nin ifâdelerinden de anlıyoruz. Bir gün kendisine nasıl olup da, diğer Sahabîlerden çok daha fazla hadis rivâyet ettiği sorulduğunda, meselemize ışık tutan şu cevabı vermişti: “Medineli Müslümanlar çiftiyle, çubuğuyla, Muhacirler de çarşı pazarda alışverişle uğraşırken ben, Resûlullahın yanından ayrılmıyordum. Onun söylediklerini dinleyip, ezberliyordum. Onun duâsını almıştım.” (410)
Muhacirlerin Kendi Aralarında Kardeş Yapılması Resûl-i Ekrem Ayrıca, Muhacir Müslümanlar arasında da kardeşlik kurdu.Bir gün, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer elele tutuşmuş geliyorlardı. Bu samimi manzarayı seyreden Peygamber Efendimiz, yanındaki Sahabîlere, “Nebîler ve Resûllerden başka, bütün önceki ve sonrakilerden Cennetlik olanların kemâl çağına erenlerinden iki büyüğüne bakmak isteyen, şu gelenlere baksın” buyurdu, sonra da onları birbirine kardeş yaptı. Resûl-i Ekrem, Mekkeli Müslümanları teker teker birbirlerine kardeş yapıyordu. O sırada Hz. Ali çıkageldi. Gözyaşları arasında şöyle dedi: “Yâ Resûlallah, sen Sahabeleri birbirine kardeş yaptın. Benimle hiçbir kimse arasında kardeşlik kurmadın?” Peygamber Efendimiz, “Yâ Ali, sen dünyada ve Âhirette benim kardeşimsin” buyurarak gözyaşlarını dindirdi.