İstiğfar ve Tevbe aynı şey değil İstiğfar ve Tevbe aynı şey değil
Önce şunu belirtelim ki, hepimiz Yüce Allah’a istiğfar ve tevbe etmekle mükellefiz. İkisi de farzdır.
İstiğfar, Allahu Tealâ’dan affını istemek, bağışlanmayı istirham etmektir. Bu dil ile yapılır, sonuç Allah’a bırakılır. Tevbe ise değişmektir. Tevbe, ölü kalbi diriltmektir. Tevbe, bozuk hali ve kötü arkadaşı terketmektir. Tevbe, kötülüklere iyilik diye sarılmış nefsi ıslah etmektir. Tevbe, özü, sözü ve her yönüyle Allah’a dönmektir. Tevbe, nefis, şeytan ve kötü şartlarla mücadele etmektir. Tevbe, Yüce Allah’ın seveceği bir hale gelmektir. Bu ise hem dilin, hem kalbin, hem de bedenin işidir.
İstiğfar tek başına yapılabilir, fakat tek başına tevbe yapmak ve o tevbeyi korumak dünyanın en zor işidir. Bunun için Yüce Rabbimiz:
“Ey iman edenler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nûr/31)uyarısında bulunmuştur. Ayrıca Allahu Tealâ takvaya ulaşmak ve güzel edebi korumak için yardımlaşmamızı (Maide/2), kendi yolunda toplu halde, birlik ve dirlik içinde olmamızı istiyor. (Âl-i İmran/102-103) Takvaya ulaşmak ve istikameti korumak için sadık kulları ile beraber olmamızın gerektiğini belirtiyor. (Tevbe/119)
Tevbe, ancak cemaatle kolay
Mürşid deyince cemaat akla gelir. Mürşid-i kâmilin imam olduğu cemaatin niyeti ve hedefi dinin ihyası ve Allah’ın rızasıdır. ‘Gel mürşid elinde tevbe et!’ demek, ‘gel şeytana karşı cemaat kalesine gir, nefsin hücumuna karşı müminleri siper et, onların dua ve sevgisi ile kendini koruma altına al, Allah yolunda kardeşlerinle kuvvetlen, dağınıklık ve yalnızlıktan kurtul!’ demektir.
Müminlerin en temel işi, günahlardan temizlenmektir. Bu ortak bir vazifedir. Efendimiz (A.S.) bu vazifemizi şu temsille belirtiyor: “Müminler, iki el gibi devamlı birbirlerini temizlerler.” (Zebidî, İthafu’s-Sâde)
Ayrıca, hadis-i şeriflerde Allah yolunda birlik ve dirlğin insanı nasıl dirilttiği, yalnız kalanın ise nasıl felakete gittiği şöyle anlatılmıştır:
“Sizin cemaat halinde olmanız gerekir. Ayrılıp tek başına kalmaktan sakının. Şüphesiz şeytan, tek kalanla beraberdir (onu kolayca etkileyip, kalbine vesvese verir). İki kişiden ise çok uzak durur. Kim iman selâmeti ile ölüp cennetin tam ortasında olmak istiyorsa, cemaate yapışsın. Kimi iyilikler sevindiriyor, kötülükler üzüyorsa, o gerçek bir mümindir.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim)
“Şüphesiz Allahu Tealâ, ümmetimi dalâlet (sapık fikir ve fitne) üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli (rahmet ve desteği) cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider.” (Tirmizî, Tabaranî)
“Hiç şüphesiz şeytan, cemaatten ayrılan kimseyle beraberdir. Onun içine yerleşip, istediği yola çeker.” (Beyhakî,Tabaranî)
“Şüphesiz müminlerin birbirlerine yaptıkları dualar onları destekler.” (Ahmed, Darimî)
Günah çıkarma hezeyanı ve Mürşidle tevbe
Allahu Tealâ’dan başka kimseye el açılıp ‘günahımı affet’ denmez. Peygamberler dahil, kimsenin böyle bir yetkisi ve görevi yoktur. Eğer bir kimsenin şahsına karşı bir kusur işlemişsek kendisinden özür dileriz, bizi affetmesini istirham ederiz. Bu şahısla ilgili bir hak olduğu için böyle yapılır. Bunun ötesinde hiç kimsenin Allah’a karşı yapılan kusurları affetme, temizleme görevi ve yetkisi yoktur. Ancak, günahkâr bir insanın tevbesine yardımcı olmak vardır. Bu yardım, günaha düşeni uyarmak, gıyabında hayır dua etmek, onun için Allah’a istiğfar ve gözyaşı dökmek şeklinde olur. Cenab-ı Hak, günahla nefsine zulmeden kullarına en güzel tevbe şeklini şöyle tarif etmiştir:
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.” (Nisa/64)
Demek ki ümmet için en hayırlı tevbe, Allah’ın Habibi Hz. Peygamber’in (A.S.) huzurunda yapılan, onun da şahitlik yaptığı, ayrıca dua ve istiğfarla desteklediği tevbedir. Büyük müfessir Fahruddin Razi (Rh.A.) bu ayetin tefsirinde der ki:
“Hz. Peygamber ile birlikte yapılan tevbenin bir faydası da, tevbe yapanın istiğfarındaki gaflet ve kusurlarının Hz. Peygamber’in istiğfarı ile giderilmesi ve ilâhî huzura sahih ve sağlam bir tevbe olarak ulaşmasıdır. Çünkü kendileri için istiğfar eden Peygamber’i Allahu Tealâ seçmiş, onu vahyi ile şereflendirmiş, kendisi ile kulları arasında bir elçi yapmıştır. Bundan dolayı, onun şefaat ve vesilesiyle huzuruna gelen bir şeyi geri çevirmemektedir.” (Tefsir-i Kebir)
Bugün yeryüzünde Allahu Tealâ’nın şahidi ve halifesi sıfatını taşıyan, Rasulullah’ın (A.S.) vârisi ve ümmetinin terbiyecisi olan kâmil mürşidler de, ümmetle yaptıkları tevbe ve istiğfarda Efendimiz’in ayette anlatılan sıfatını temsil etmektedir. Kâmil mürşidler, kulların Allah Tealâ’ya yönelişlerine şahid olmakta, tevbelerinin kabulü için ayrıca yüce huzurda yalvarmaktadırlar. Kâmil mürşidler naz makamında niyaz ettikleri için, onlarla birlikte yapılan tevbeler Allah katında daha sevimli ve daha temiz bir amel olarak kabul görmektedir.
Bir Allah dostunu şahit tutarak yapılan tevbede, tevazu ve yakaran kalp vardır. Bu durumda insan, kibrini kırmış, nefsini zelil etmiş, acizliğini anlamış, hiçliğini görmüş, ihtiyacını bilmiş ve ilacına koşmuş olmaktadır. Böyle bir tevbeyi hafife almak münafıkların sıfatıdır ve o kimsenin şu ayette anlatılan kimselerden olmasından korkulur:
“Onlara: ‘Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin.’ denildiği zaman başlarını çevirip kaçarlar ve sen onların kibir içinde uzaklaştıklarını görürsün.” (Münafikun/5)